Perşembe, Nisan 26, 2007

Annesiz kaldım...

İnci'nin bu günlerde keyfi yerinde. Teyzesi geldi, teyzecim teyzecim peşinde dolanıyor. Anne ve babasından sonra en sevdiği kişi teyzesi. Ben ise bir takım işlerimden dolayı onunla fazla ilgilenemedim ve hep teyzesine şutladım, annesini özlemiş. Annem değiştirsin altımı, annem yedirsin falan yapıyor bazen.Benim dışarı çıkmama hiç sorun çıkarmıyor ama teyzesi ile evde güzelce duruyor. İnsanın kardeşi olması ne güzel bir şey, şimdi o olmasa bir çok şeyi halledemezdim.

Geçen akşam beni bitirdi resmen, erken yatmıştım. Kendimi iyi hissetmiyordum. İki saat sonra odama geldi saat 11 olmuştu, ben de uyanmış ama yine de uzanıyordum.

-Annesiz kaldım, üzüldüm. Gözümden yaş aktı, dedi.

Niye üzüldün canım, ben burdayım dedim. Sarıldım. Her ne kadar babası ve teyzesi de olsa, odada benim olmamam, onu üzmüş.

Uzun zamandır yazmak istediğim bir şey de İnci'nin anne ve babaya sarılma tutkusu. Bazen sabahları yanımıza alınca yatakta aramıza girip yatıyor ve bir kolunu benim boynumdan diğerini de babasının boynunun altından geçirip sarılıyor. İkimize aynı anda sarılmak onu o kadar mutlu ediyor ki. Bunu çok uzun zamandır yapıyor. Biz de yanaklarına öpücükleri konduruyoruz.
Bunu bazen kucakta da yapıyor. İkimize birden sarılıyor ve benim de babasını öpmemden memnun oluyor. Öyle mutlu bir yüz ifadesi oluyor ki başka birinin bizi fotoğraflaması lazım.

Böyle zamanlarda düşünüyorum da Allah kimseyi anasız babasız bırakmasın ne zor bir şey. Öksüz veya yetim kalmış, annesi babası ayrılmış çocuklara çok üzülüyorum.

Neyse gelelim İnci'nin bu aralar gelişimine. Zamirlerle ilgili sorunumuz vardı. Benim, seninleri çok karıştırıyordu ve çok gülüyorduk. Artık hepsini çözdü, sadece benim senin, onun olarak değil, kelimelerin sonundaki ekleri de çözdü.

Sayı sayıyoruz. Ezbere 10'a kadar sayıyor. Arada 8 i atlayabiliriz, siz duymayın. :) Kaç tane var deyince önce otomatik üç diyor. Sonra sayalım bakalım deyince sayıp öyle olmadığını görüyoruz. :)

Renkleri öğretmeye çalışıyorum. Kımıjı, mami, mor. Bazen doğru tutturuyor, bazen sallıyor. Kırmızı ve maviyi öğrendi aslında. Oynarken çeşitli renkli bir şeyleri eşleştirip renklerini söyleyip sorunca doğru söylüyor ama sonra unutuyor.

Çok şey anlatıyor, sürekli konuşuyor. Kitaplarını eline alıp benim ona anlattığım şekilde kendi anlatıyor. Hiçbir şeyi unutmadan. Yarım yamalak... :)

Cuma, Nisan 13, 2007

Terrible "2"

İnci:
- Yemeeem
- İçmem
- Giymem
- Yapmam
- Sevmem
- Yapma
- Gitme
- Kalk
- Yeme
- Sevme
- Öpme, dişin ağrıyo :))

İnci : Yemeeem
Annesi: Bırak yemesin, yemeyecek o!
İnci: Yiceeem... :)))

Pazar, Nisan 08, 2007

İncilerden seçmeler...

Dayısı: Sen niye bu kadar güzelsin?
İnci: Tişört giydim...

Annesi: Bunu da yersen tam süper olacak.
İnci: Gaffur söyledi.

Komşu: İnci sen yandaki sandalyeye otur, bak annen de yesin biraz.
İnci: Eğildim, yedi.

Şu anada aklıma gelmeyen daha nice cevaplar var. :)

Perşembe, Nisan 05, 2007

Bu haftanın serüveni...

Hani kızımda erken ergenlik belirtisi görülmüştü ya, memişleri büyümüştü azıcık. Onun için Akademik Hospital'a yani Marmara Üniversitesi vakıf hastanesine Prof. Dr. Abdullah Bereket'e gitmiştik. Endokrinoloji uzmanı olur kendileri. Salı günü kontrolümüz vardı yine. 3 ay sonra gelin demişti. Muayene etti, kızımın memişlerde daha fazla bir büyüme yok, ama kaybolmamış da. Kaybolması gerekiyormuş, demek ki belirgin olmasa da bir hormon etkisi var dedi doktor. Bu yüzden tekrar bir hormon tahlili istedi. Sonuçları dün e-postayla bana ve doktora gönderdiler. Gayet düzgün, doktor da izleyelim dedi sadece. Bir 3 ay sonra tekrar çağırdı.

Özel sigortamız da bu sefer tahlili karşılamadı gıcık oldum. Onca parayı cebimden ödedim. 3 ay önce karşılanmıştı, bu sefer telefonla onay alacaklardı, manyetiği çalışmadı kartın, alamadılar onay. Sinir oluyorum bu özel sigorta şirketlerine sinir...

Neyse canım yavrumun koluna sapladılar kocaman iğne, kan aldılar. Nasıl da ağladı. Çıktıktan sonra Capitol'e götürdüm, hem neşesi yerine gelsin hem de ona boya kalemi alayım diye. Boya kalemi bulamadım ama gezdik geldik. Oyuncakçıda ve kitapçıda gezdik. Oyuncakları elleyip sevip yerine bırakıyoruz. Öyle her gördüğümüzü almıyoruz. ;) Kitapçıda da hoşuma giden bulamadım. İnci'nin kitaplarından daha farklı yani. Kitap almadım ama çoğunu inceleyip inceleyip bıraktı, o bölümden çıkmak istemedi. Sonunda kendime bir kaset aldım çıktım. Tek bir şarkı, Cennet şarkısı için bir kaset alınır mı? alınır :))

Dün de çok sevdiğim bir arkadaşımı aramıştım öğlene doğru, aslında eski karşı komşum ama şimdi sevdiğim bir arkadaşım. Geldi aldı bizi, onda oturduk birkaç saat. İnci kahvaltısını orada etti. Hiç üzmeden arkadaşımın oğlunun mama sandalyesine oturdu, kahvaltısını etti. Biraz oynadılar, aslında bir kaç sene sonra çok güzel oynarlar da şimdi o da küçük 15 aylık ve erkek bebek, pek oynayamıyorlar... Öğleden sonra evimize yürüyerek döndük, hava açmıştı. İnci eve girmek istemiyor artık, dışarda durmak istiyor hep. Ama abiye götüreceğim dedim, onu çok sevdiği için girdi apartmana ama eve girmedi, üst kata abiye gitti. Ben de pazara gittim, geldim onu aldım. Sana bir süprizim var diye alabildim. Gerçekten de süprizim vardı, yalan söylemiyorum çocuğa, dediğimi yapıyorum. Pazardan ona sopası olan bir tekerlek aldım. Yürütsün diye. Çok sevdi. Bugün onu dışarıda yürütmek istedi ve sitenin bahçesinde onunla uzunca bir müddet gezdi.

İnci'nin bana şunu al, bunu al gibi birşeyleri tutturma huyu yok, çok şükür. Biz de ona çok fazla ıvır zıvır almıyoruz açıkcası. Babasının zaten öyle bir huyu yok, o genelde gelişimine göre alır, o zaman da beraber oluyoruz. Alırsam ben heves edip alıyorum. Çantalar, bebekler vesaire... Ama bazı şeyleri arkadaşlarından görüyor ve çok hoşuna gidiyor. Oynamak istiyor ama çocuklar paylaşmayınca oynayamıyor. Üzülüyor ama yine de anne bana şunu al diye tutturmuyor, şimdilik.

Benim uslu, sağı solu fazla karıştırmayan kızıma bir haller oldu. İki yaşından sonra dolap, çekmece karıştırır oldu. Kendi odasının çekmecelerini açıyor, giysileri çıkartıp çıkartıp deniyor, benim küçülmüş kardeşi olursa giyer diye ayırdığım giysiler ortalığa saçılıyor. Toplama işine gelince anne, anne sen topla yapıyor. Mutfakta da dolabı ve çekmeceyi açıp emaye tencereleri alıyor, içine kaşık alıp oynuyor, cezveleri alıyor. Ama alıp oynadıkları yine de sınırlı. Diğer tenceler içinden sadece emayeleri alıyor, ve çekmeceden de sadece en alt çekmecede duran süzgeç, cezve gibi şeyleri alıyor. Üst çekmeceden de kaşık alıyor. Benim orada pasta bıçaklarım da var, ama uzun zamandır bıçak eline almamasını ona anlattığım için onlara hiç dokunmuyor. Hatta benim elimi kestiğimi gördüğü için de eline alırsa elinin kesileceğini biliyor. Hep yanında olduğum için onları oradan kaldırmadım, aslında kaldırmam gerek biliyorum. Çocuk bu yine de sağı solu belli olmaz.

Sonra akşamları, odanın altını üstünü birbirine getiriyor. Koltukların minderleri yerlerde, tüm kitaplar, oyuncaklar yerlerde. Hanım, koltukların en tepelerinde. Babası odanın halini görünce ruhum sıkılıyor bu odayı gördükçe deyip duruyor. :)) Salona gidelim dese de bu sefer salon da öyle olur, kaçar yol yok ki. Oyuncaklarını kendisinin toplaması gerektiğini bir türlü öğretemedim. Anne toplasın diyor. Bir yerlerde bir yanlış yaptım ama nerde?

Pazartesi, Nisan 02, 2007

Haftasonu

Salı gününden beri dışarıya çıkmamıştık. Apartman içini kasdetmiyorum. ;) Hava da oldukça soğuk olmasına rağmen bunaldım, bizi bir yerlere götür diye tutturdum babasına. O da bizi dün yani pazar günü dışarıya çıkardı. Nereye gideceğimize aslında yola çıkınca karar verdik. Bostancı sahiline indik. Maltepe civarında arabadan inip biraz gezdik, İnci orada kaydırağa bindi sonra yine yola koyulduk, çok rüzgar vardı. Yine hasta olacak diye ödüm kopuyor. Sonra sahilden Tuzla'ya kadar devam ettik. Yemek yeyip döndük, aslında orada havuz kenarındaki kafenin kahveleri güzel oluyor ama içerde yer yoktu, ben de donuyorum oturamam dışarıda deyince dönüp Acıbadem'de kahve içtik. İnci'nin kahveye deli olduğunu yazmıştım daha önce. Bazen beni bırakıp baba kız gidip orada kahve içiyorlarmış. Ona minik bir bardak alıyor babası, içine biraz kahve koyuyor, değmeyin bizim kızın keyfine... :)

Bu çocuklar zararlı ne varsa seviyor zaten. Kahve, şeker, çikolata, çay... Çay vermiyorum gerçi, meyve suyu ve süt ile geçiştiriyorum. Bazen akşamları babasının bardağının dibinde kalan son yudumu içiyor o kadar. Ama kahve olunca mümkün değil uzak tutamazsınız. Tuzla'dan Acıbadem'e gelen kadar sürekli hadi bitti, in in, kave deyip durdu. Kırmızı ışıklarda duruyoruz ya bir an önce inelim istiyor. Neyse ki muradına kavuştu.

Akşam da evde kudurup durdu, koltuğun minderlerini yere indiriyor, tepelerinde zıplıyor. Koltuk tepesinde zıplıyor. Yerde kendine yer yapıp beni de yanına çağırıyor. Tepemizde geziyor. Bir ara televizyondaki şarkıyla oynadı. O kadar tatlı ve komik ki gülmekten kırılıyoruz, evimizin eğlencesi. Yine tüm kitapları kitaplıktan indirdi, her tarafa dağıttı, bazılarını okuttu. Bazısını da almış eline yazıları okuyor. Ama nasıl "agadabeda nenugahedakugabude nenamu............" anlamsız hecelerle ve hızlı hızlı... Biz de gülmekten kırılıyoruz yine, anlat deyince resme göre anlatıyor, ama oku deyince böyle... :))